9 Mart 2021 Salı

GÖKSENİN'LE "BLUES VE KADINLAR" ÜZERİNE KISA BİR SOHBET


     Öncelikle bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

     2000 yılından bu yana canlı müzik mekanlarında farklı tarzlarda müzikler yaparak, öğrenmeye çalışarak günlerini geçirmiş (:), uzun süre eczacılık mesleğini ve müziği bir arada götürmeye çalışmış, sonra birini tercih etmesi gereken noktaya geldiğinde müziği tercih etmiş, son 6 yıldır “Woman Blues with Göksenin” projesiyle sahne alan (pandemide alamayan), 2018’de kurulan Blues Derneği’nin kurucularından olan ve başkanlığını yürüten, yeni albümü “Women’s Blues” Kasım 2020’de çıkmış, müzisyen olmak ve müzisyen kalmak için çabalayan bir insanım. Başka albüm/single’larım da var; çocuk tiyatrosu müzikleri projelerim, çaldığım başka tarz müzik grupları da var ama konumuz blues diye bunları söyledim. Onun dışında, güzel yemek yaparım, çok çalışırım, sabahlara kadar işlerim bitmez, özellikle son yıllarda, biraz da blues sayesinde genişleyen çevremde mükemmel insanlarla arkadaşlık ediyorum; bundan çok mutluyum. Pandemideki ruh halim için bir eğri çizecek olursak da EKG’ye benzeyecektir…

    Blues türüne nasıl ve ne zaman ilgi duymaya başladınız? İlk dinlediğinizde oluşan duyguyu tarif edebilir misiniz?

     Benim gibi gençliğinizden itibaren 70’ler klasik rock müziğine meraklıysanız genelde blues müzik de bir yandan dinlersiniz. Aslında Willie Dixon’in dediği gibi “Blues köktür; diğerleri onun meyvesidir”. Bu anlamda Blues’a ilgim müziğe ilgimle paralel olmuş olabilir. İlk dinlediğimde oluşan duyguyu anımsamam zor ama blues’da yoğun bir hüzün ve yoğun bir neşe bir arada olduğu için bu hissi mutlaka farketmişimdir.

   Bluesun ilk dönemleri plantasyonlarda çalışan siyahilerin çığlığı olarak tanımlanıyor. Sizce bu türün sınıfsal bir temeli var mıdır? Özellikle kadınların bu müzik türünde nerede durduğunu açıklayabilir misiniz?

     Kölelik zamanına bakarsak sınıf ayrımının çok üzerinde, tam manasıyla insanlık dışı bir durum söz konusu. Kölelik sonrasında da durumlar çok değişmediğinden, siyahilere uzun bir süre yine bir sınıf olarak bakılmıyor. Diğer taraftan, ilk dönemlerde bluesun kırsalda ve şehirlerde yürüyen iki farklı ayağı var. Bu nedenle durum biraz karmaşık. Ama blues’un, belki bizim asla tam anlamıyla özümseyemeyeceğimiz boyuttaki baskılar altında ve eziyetlere maruz kalarak yaşamış Afro-Amerikan toplumundan çıktığını kesinlikle söyleyebiliriz.

     Blues’un köklerinin dayandığı dönem için hiyerarşik olarak yukarından aşağıya şu dört gruptan söz edebiliriz; beyaz adam, beyaz kadın, siyahi adam ve siyahi kadın. Bu piramidin en altında yer almalarına rağmen blues’un ilk yıldızları tamamen siyahi kadınlar. 1920’den itibaren on yıl boyunca bluescu kadınların plakları müzik piyasasını domine ediyor ve klasik kadın blues’u diye bir alt tür oluşuyor. Bu kadınlar ırksal kahramanlara dönüşüyorlar. Feminizm ve daha sonrasında siyahi feminizm tarihinde çok önemli rolleri olduğu, 60’lardaki lezbiyen hareketin kültürel öncülü oldukları yazıla yazıla bitirilemiyor. Velhasıl bunca ezilmeye rağmen yaptıkları işler, ürettikleri müzikler, etkiledikleri akımlar ve verdikleri mücadeleye baktığımızda bence hem dünya tarihinde hem de blues içerisinde bu kadınlar süper kahramanlar.

    30’lar ve 40’lara geldiğimizde blues ortamındaki cinsiyet dağılımı, sanki 20’lerdeki bu ortam ataerkil dünyamızın gözünden kaçmış da hemen müdahale edilmiş gibi, çok çabuk erkekler lehine değişiyor. Hem de öyle böyle değişmiyor.. Günümüze kadar da böyle devem ediyor. Hala ataerkinin “siz burda durun” dediği yerden çok öteye gidebilmiş de değiliz.

 

     Müzik yapmak size hangi duyguları hissettiriyor? Blues yaparken veya dinlerken diğer müzik türlerindeki hissettiğinizden daha farklı bir duygu hissediyor musunuz?

      İnsanların müzik yoluyla hissedebileceği duyguların bir sınırı yok. O yüzden şu şu duygular demek mümkün değil. Ama blues’un karşıt duyguları aynı anda hissettirmesiyle benim için özel olduğunu söyleyebilirim. Hüzünle-neşe, umutla-umutsuzluk aynı anda gidiyor.. Deli midir, nedir?:)))

     Blues türünün belirli bir coğrafyaya ya da belirli bir yaşam stiline ait olduğunu düşünüyor musunuz? Birbirinden çok farklı coğrafyalarda ve kültürlerde yer alan insanların blues dinlemesinde ve icra etmesine neden olan ortak duygular nelerdir?

     Blues elbette ki ABD’den, elbette ki siyahi toplumdan çıktı. Çıkışında, mutlaka ABD’nin güney şehirlerindeki farklı etnik kökenden toplulukların etkileşimi de söz konusu (sonuçta gitarı Afro-Amerikalılar icat etmedi:) ama özellikle işin siyahi tarafını unutmamak ve unutturmaya çalışanlara da engel olmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü blues bize sadece müzikal zevkler vermekle kalmıyor; sosyolojik ve tarihsel olarak da çok şey öğretiyor ve yeni nesillere aktarıyor. Kütüphane gibi bir müzik.

     “Tabi siyahilerden çıktı ama günümüzde artık globalleşti, herkese maloldu ve ırksal yönü ön planda değil” gibi cümleler dünyamızın acı gerçeklerini görmezden gelerek huzur bulmaya çalışmak gibi geliyor bana. Bazı siyahi aktivistlerin konuşmalarında “zaten her şeyimizi aldınız bari müziğimizin üzerine yatmayın” gibi cümlelerle karşılaştığımda inanılmaz üzülüyorum, çok sinirleniyorum.

     Globalleşme mevzuuna gelince:)) Yaşadığımız dünya acı dolu olmasına rağmen yaşamayı sevmek ve yaşam arayışında olmak nasıl kültürel farklılıklardan bağımsızsa blues sevmek de o kadar kültürlerden bağımsızdır! Çünkü blues hayatın ta kendisidir! Güzel açıkladım bence:)

      Blues tek dilde yapılan bir müzik midir yoksa her dilde, örneğin Türkçe sözlerle de, blues müzik yapılabilir mi?

      Bu tartışma 90’larda Türkiye’de rock için de yapılmıştı. Sonra başta Bulutsuzluk Özlemi olmak üzere nice grup bu anlayışı yıktı. Öncesinde de mutlaka Türkçe Rock yapan çok değerli müzisyenler vardı ama bahsettiğim Batılı Rock. Aynı hissi samimi şekilde verdiği sürece neden Blues da Türkçe yapılmasın? Yavuz Çetin Türkçe nasıl harikulade blues-rock yaptıysa bu millet(!) Mississippi’nin bağrından kopmuş gibi de Türkçe blues söyleyebilir. Yalnız, çalışmak ve biraz üzerine eğilmek lazım tabi; İngilizce üzerine kurulu bir müziği Türkçe söyleyebilmek her zaman kolay olmuyor; bayağı komik de olabiliyor.

       Blues icrasında teknik nüansların önemi var mıdır? Çalınan armoni bire bir aynı olsa bile, icracının değişmesiyle şarkının duygusunun ve dinleyicinin hissinin değişeceğini düşünüyor musunuz?

     Kesinlikle! 

     Blues en temelde 12 ölçü ve 1., 4. ve 5. derece akorlarının çalındığı dört dörtlük bir form olarak tanımlanıyor. Böyle bakınca icracının yorumu öne çıkıyor. Yine de cazla ortak olan geçmişine bakıldığında 8 ölçülük, 16 ölçülük, 32 ölçülük ve ayrıca daha komplike armoni içeren formları da var. Ayrıca farklı groove’lar var, örneğin bir Chicago ile Texas Shuffle farklı hislere sahip. Özetle, en başta teknik olarak bir sürü nüans var. Ama en önemlisi, blues doğaçlamaya açık, hatta doğaçlama olmadan olmaz bir müzik. İcradaki kişisel farklılıklar olmadan bluesdan söz etmek pek mümkün değil…Gitardan örnek verecek olursak; günümüz modern blues gitarcıları genelde bir araba cümle kuruyorlar ve çok da güzel duyuluyor, öte yandan BB King aynı işi kendine has 3-5 cümleyi evirip çevirerek ve neredeyse taklit edilemez şekilde yapabiliyor.Vokalden bahsetmeye gerek bile yok. Aynı şarkıyı zilyon tane insan çalıyor, ortaya zilyon tane farklı şarkı çıkıyor. blues'da bu kaçınılmaz ve mükemmel bir taraf.

      Türkiye'de bu müziği icra eden bir kadın olarak düşünceleriniz nelerdir?

      Mekânlar, “Solistiniz kadın mı?”, “Solistiniz kadınsa tamam çıkın” gibi şeyler derdi eskiden. Her ne kadar bir avantajmış gibi gözükse de aşağılamanın dik alası aslında. Ülkemizdeki müzisyen kadına bakışı da çok iyi özetliyor; bilmem anlatabildim mi? Besteleri benim yaptığıma inanmakta zorlanan ya da kadın arkadaşlarımın yaptığı bestelere inanmakta zorlanan çok insanla karşılaştım ama böyle bir tepkiyi hiçbir erkeğin aldığını görmedim. Bu ülkede kadın olmak bir kere çok zor; nedenlerini nasıllarını sabaha kadar anlatabilirim; bir de müzisyen olmak nasıl zor olmasın? Bu ülkede, evine giren hırsızın vahşice öldürdüğü Değer Deniz diye bir müzisyen kadın var mesela. Olay karşısında bir sürü yaratık, yalnız yaşamasını, müzisyen olmasını hafifletici nedenmiş gibi öne sürmeye çalıştı. Çamur atmak için “Sabetaycıymış, gizli ayinler yapıyormuş” bile dediler. Müzisyen yaşamına çok uygun geldi herhalde… Bu ülke zaten her tacizde, tecavüzde, cinayette önce kadında suç aramaya meyilli bir ülke. Dolayısıyla bu ülke, tacize uğradığında, tecavüze uğradığında, öldürüldüğünde, bir de müzisyensen vicdanı biraz daha rahat edecek bir ülke. Bilmem anlatabiliyor muyum? Müzisyen olmaya çalışan ya da olmayı hayal eden genç kadınlara çok karanlık bir tablo sunmak istemem ama zaten kadın oldukları için aşinadırlar da:) Sonuçta çoğaldıkça, direndikçe, kendimizi toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda geliştirip aksiyon aldıkça kadın-erkek üstesinden geleceğiz bazı şeylerin. Çoğu şeyin hayatımız süresince düzeleceğini düşünmek çok naif olur ama ne kadar çalışırsak da o kadar öne alırız.

      Blues türünün deltada ortaya çıkışından günümüze doğru bir çizgi çekersek hangi dönemin ruhunuzu yansıttığını düşünüyorsunuz?

     Dönemsel olarak değil ama sözleri de nedeniyle bluescu kadınlardan çok etkilendim, etkilenmeye devam ediyorum. Bunun yanında, canlı çalındığında güçlü duyulan, elektrik blues ile akustik blues arasında bir sound aracılığıyla modern ile kök blues arasında bir yerlerde konumlanan, sonuçta kökenini gösteren ama sentez arayışını da sürdüren bir müzik peşindeyim diyebilirim.

      Günümüzde blues adı altında yapılan müzik oldukça değişmiş halde. Blues deltada yapıldı ve bitti mi? Yoksa şehirlere ve Dünyanın tamamına yayıldıktan sonra da beslendiği temelleri içerisinde barındırıyor mu? Örnek verecek olursak Eric Clapton'ı ve Robert Johnson'ı nasıl bir ortak noktada buluşturabiliriz?

      Eric Clapton “Me and Mr. Johnson” albümünde zaten bunu kendisi yaptı; bize gerek kalmadı:) İngiliz sanatçılar zaten blues’u aslında herkesten önce keşfetti, Amerikalılardan bile daha çok değer verdi, çok iyi kullandı, kimi yerde arakladı ve çok iyi yorumlayarak yayılmasını sağladı. Ayrıca eski blues parçalar dünyanın bir yerlerinde her zaman yeniden yorumlanıp yaşatılıyor.

      Blues Delta’da bitmedi, sadece orada başladı. Kimi müzisyen gerçek Blues’un ilk dönemde icra edilen kök blues olduğuna inanıyor; elektrik dönemi hiç ciddiye almıyor. Joe Bonamassa gibi kimi müzisyen ise Blues’un bir his olduğunu düşünüyor. Bu his tam olarak tanımlanamıyor ama onun ne olduğunu az çok hepimiz anlayabiliyoruz. Müziklerin zamanla evrimleşmesi, yeni türlere dönüşmesi ve yeni alt türler üretmesi de çok olağan. Bu olmasaydı bugün rock’n roll diye bir müzik de olmazdı. Aynı şekilde blues da zamanla yeni alt türler üretiyor ve kendisinden türemiş başka türlerle işbirliği;de yapıyor (blues-rock gibi); bu bence harika bir şey. Blues’a odaklı müzikseverlerin “o blues değil, bu blues değil” şikayetlerini çok iyi anlıyorum; ben de zaman zaman kendimi tutamıyorum (:) ama blues’un içindeki alt janrlar hakkında daha iyi bilgilendikçe bu tartışmaların da azalacağını düşünüyorum.

      Sahne aldığınız mekanlar ne tür mekanlardır?

      2001’de Kadıköy Shaft’ta çalmaya başladık. Orası şimdi Ağaç Ev oldu ve hâlâ aynı lokasyonda çalıyoruz. Blues’u odağına alan nadir mekan var. Bunlardan biri önce Taksim’de yolculuğuna başlayan şimdi de Kadıköy’de devam eden Ağaç Ev. Ankara’da ise Muddy Waters’ta çalabiliyoruz. Blues çalınabilecek başka yerler de var ancak biz en azından düzgün bir ses sistemi bulunan ve işletmecisi müzikten ve müzisyenden anlayan yerleri tercih ediyoruz. Bar programı haricinde seyrek de olsa festivallerde de sahne alıyoruz. Son yıllarda İzmir’de, Bursa’da hatta Cizre’de festivallerde çaldık ve çok iyi tepkiler aldık.

      Dinleyici kitlesine dair bir gözleminiz var mı? 

      Türkiye’deki blues dinleyicisi dünyadaki ülkelerin çoğuna göre oldukça genç ve gençleşmeye devam ediyor. Bunu hem konserlerimizden hem de Blues Derneği dolayısıyla biliyorum. Bence gençlerin bu ilgisi biraz Yavuz Çetin ve Batu Mutlugil hayranlığından kaynaklanıyor. En azından büyük çoğunluk önce bu isimleri keşfedip, blues-rock sonra da kök blues dinlemeye başlıyor sanki…Bunun dışında kök blues gruplarında ve dinleyicisinde de artış gözlemliyorum. Bu da çok sevindirici.

     Bir magazinsel yorumum da Ankara blues dinleyicileri için gelsin:) Ankara dinleyicisi çok bilgili, çok dikkatli ve çok saygılı bir dinleyici. Hem biz hem de başka gruplar Ankara’da ilk çaldığımızda “niye böyle sürekli bize bakarak dinliyorlar, hiç çıldırmıyorlar, başkalarıyla geyik yapmıyorlar, yüzleri hep bize dönük, kesin beğenmediler!” gibi düşüncelerle ilk setlerimizi moralsiz bitirdik:) Sonra anladık ki “sebep gerçekten dinlemeleriymiş!”. Çaldığımız şarkılara en çok eşlik eden, ezbere bilen dinleyici de Ankara’da oldu. Oysa ki repertuarımızda az bilinen, popüler olmayan çok şarkı vardır bizim. Dolayısıyla bir kez de buradan Ankara’ya sevgi, saygı, selam.

     Ülkemizde farklı tür müzikleri dinleyenleri ve bu müziği icra eden müzisyenleri buluşturmak için mevcut mekan-müzisyen-müşteri seçeneğinden bağımsız, her iki tarafın da direkt paylaşımda bulunabileceği bir ortam - mekan tasarlayabilir misiniz?

   Bu ortamlar festivaller, söyleşiler ve özel konser organizasyonları olabilir. Benzerleri yapıldı, örneğin PSM gibi önemli konser salonlarında defalarca yapılan bir “Blues Gitaristleri Gecesi” organizayonu var bu ülkede. Blues Derneği üyesi ve Fötr Blues Band’in frontman’i sevgili Alper Durmuş organize ediyordu. Yine pandemi öncesinde Blues Derneği olarak her ay en az 20 müzisyenin sahneye çıktığı Blues Geceleri yapıyorduk. Blues Derneği olarak üniversitelerde söyleşiler yaptık ayrıca önemli müzisyenlerle dinleyicileri buluşturan 30’a yakın atölye yaptık. Böyle ticari yönü baskın olmayan ortamları birleşerek tasarlayabiliriz, Blues Derneği de bu açından önemli bir oluşum.

 

     Canlı müzik yapılan yerlerde dinleyicinin "müşteri", icracıların ise ne istenirse çalmakla görevli çalışanlar olduğu mevcut durumdan çıkış nasıl sağlanabilir?

      Ülkemizin genelinde müziğe sadece bir eğlence aracı olarak bakıldığını zaten biliyoruz. Herşey bundan kaynaklanıyor. Hal böyle olunca örneğin bar programları gece 11’den önce başlamıyor. Niye? Çünkü ilk önce herkes rakısını içecek, demlenecek falan sonra müzik dinlemeye gelecekler gece yarısı. Bu müzik de sabah 4’e kadar sürecek ki artık bir milyon olan kafalarla bağıra çağıra eğlenilsin. Bu ortamdaki gürültüyü bastırmak için de ses sistemi sonuna kadar açılacak tabi... Bu durumdan çıkış için canlı müzik saatleri öne çekilmeli ve biletli özel organizasyon sayısı artırılmalı. Bu yolla hafta içi müzik yapılabilir hale gelir, müzik haftasonu eğlencesi olmaktan çıkar ve de müzik yapmanın prestiji artar. Başarmak zor ama yine dediğim gibi birleşmek lazım. Blues Derneği vs. her tür sivil toplum zemininde olanakları artırmak lazım. Müzik yapılan mekanların aynı zamanda kültürel zenginliğe katkıda bulunan, bir nevi kültür üreten mekanlar olduğu da unutulmamalı. Dolayısıyla mekanların bu işi daha iyi yapabilmeleri, mecburen popüler-gündelik müziklere ve işletme davranışlarına yönelmemeleri için koşullarında bir takım iyileştirmeler yapılması için de çalışmalar yapılması lazım. İşte bunlar hep birleşerek, konuşarak, tartışarak olur...Bu şekilde ilk önce, müzisyenlerin, mekanların, sektörün ortak çalışmasıyla müzik yapmanın, üretmenin aslında nasıl fedakarlıklar gerektiren, nasıl emek harcanan, upuzun ve ciddi bir iş olduğunu halkımıza ve devletimize fark ettirmemiz lazım. Biz çalışmazsak, pandemide de derinden gördüğümüz gibi kimse “gel canım, sen çok değerlisin, yaşam koşullarını iyileştirelim senin” demiyor…

      Son olarak pandemide hayatınızı nasıl idame ettiriyorsunuz ve bu dönemde “iş olarak müziğe” ve “yaşam tarzı olarak müzisyenliğe” olan bakış açınızda bir değişiklik oldu mu?

Pandemi hem iş hem de yaşam tarzı olarak blues'umu artırdı:) Zaten çok kısıtlı bir alanımız vardı; o da gidince sudan çıkmış balık yanımızda karizmatik kaldı. Şaka bir yana, ana akım popüler müzikler dışındaki müziklerde ısrar edebilmek zaten çok zordu. Şimdi her şey sıfır!

     Ben ve davulcu olan eşim (Soner Doğanca) %100 gelir kaybına uğradık. Çalabileceğimiz tüm mekanlar bir yılı aşkın süredir kapalı. Ailemizden destek alamasak ne halde olacağımızı düşünmek bile istemiyorum. Gerçi düşünmek bir yana görüyoruz... Pandemide bu ülkede yüzü aşkın müzisyen intihar etti. Resmen aç kalındı. Arkadaşlarımız arasında gerçekten çok zor durumlarda yaşamaya çalışanlar var. Dernek içerisinde, kendi aramızda, hiç yeterli olmasa da dayanışmaya çalışıyoruz ama nereye kadar? Kimisi müziği bıraktı, kuryelik yapmaya başladı. Dolayısıyla “iş olarak müzik” veya “yaşam tarzı olarak müzisyenlik” kavramları artık çok zayıf. Zaten ülkenin sanat üretimi ısrarla müzik yapmaya çalışan tabiri caizse bir avuç çılgının çabasından oluşuyordu. Pandemi ile toplumun genelinin kafasında bulunan “ek iş olarak ve hobi olarak müzik” kavramı daha da kuvvetlendi. Bunun ülkenin sanatsal üretimine vereceği zararı önümüzdeki yıllarda maalesef göreceğiz.

GÖKSENİN'LE "BLUES VE KADINLAR" ÜZERİNE KISA BİR SOHBET

      Öncelikle bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?      2000 yılından bu yana canlı müzik mekanlarında farklı tarzlarda müzikler yaparak...